Pax Americana ve Avrupa
Latince bir kelime olan Pax Americana
"Amerikan Barışı" anlamına geliyor peki bu kelimeyi kim söylüyor?
Federal Almanya Başbakanı Friedrich Merz.
Neden söylüyor; Avrupalıların "Transatlantik müttefikleriyle ilişkilerinin kökten değişimine" hazırlıklı olması gerektiğini söyleyen Merz. "Avrupa'da ve aynı zamanda Almanya'da onlarca yıldır devam eden 'Pax Americana' bizler için büyük ölçüde bitmiştir” diye konuştu.
Friedrich Merz uzun vadeli düşünülmesi gerektiğini söyleyerek, ABD, Avrupa ilişkileri hakkında , "Kimse bunun sadece kısa vadeli bir tablo olduğuna inanmasın" uyarısında bulundu.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan ve ABD’nin NATO'daki en güçlü ülke olarak Avrupalı müttefiklerinin güvenliğinden sorumlu olma taahhüdü gibi prensipleri de tanımlayan Pax Americana kavramı transatlantik barış düzeni için kullanılıyordu.
Trump'ın bir gecede ülke yönetimine gelmediğini hatırlatan Merz, "Amerikalıların bu politikası bir günde de geri dönmeyecek. Hatta, halefi ile birlikte durum daha da zorlaşabilir" diyerek Washington'a bel bağlamak yerine Almanya ve Avrupa'nın kendi bağımsız çizgisini belirlemesi gerektiğini savundu.
Avrupa Trump’un iktidara gelmesi ile birlikte şok üzerine şok yaşıyor, gümrük duvarlarının yüksekliği, ekonomik kısıtlamalar, güvenlik şemsiyesinin kaldırılması, stratejik belgenin açıklanması gibi konularda Avrupa kendine yer belirlemeye çalışıyor ve arayış içerisindeler.
Bütün bu gelişmeler Avrupa için alarm zilleri çünkü çok büyük ekonomik sıkıntıları var, göç nedeniyle aşırı sağ partilerinin baskısı altındalar, Ukrayna savaşında dolayı politika belirleyemiyorlar, Çin’in ekonomik dalgası karşısında çaresizlik içerisindeler.
Diğer taraftan,ABD başkanı Trump ise sürekli Avrupa’lı liderleri suçluyor, Avrupa'nın "zayıf" liderler tarafından yönetilen "çürüyen uluslar topluluğu" olduğunu ifade ediyor.
Trump, "Bence ne yapacaklarını bilmiyorlar. Avrupa ne yapacağını bilmiyor" ifadesini de sözlerine ekledi.
Sürekli aşağılayıcı kelimelerle yerin dibine sokulan AB liderleri herhangi bir politik duruş sergileyemiyorlar.
Demokrasi, İnsan hakları, özgürlük gibi kavramları üçüncü dünya ülkeleri için baskı unsuru olarak kullanan batılı ülkeler şimdi aynı kaderi yaşıyorlar.
Öyleki insan hakları şampiyonu Avrupa Birliği; iltica başvurusunda bulunan göçmenleri "güvenli" diye sınıflandırılan üçüncü ülkelere gönderilmesini onaylıyor.
Raunda modelini hayata geçiriyorlar.
İnsan hakları Avrupa için sadece bir sözden ibaretmiş, bu insanları hiç bir garantisi olmayan Afrikaya göndermeye çalışıyorlar.
Batı demokrasisi her geçen gün sorgulanır hale gelmiş durumda, aşırı sağ partiler Avrupa coğrafyasında dahada görünür oluyor ve göçmenlere karşı bakış açısı daha sertleşiyor.
Gerçek şu ki, Amerikan barışının çöküşü, liberal-demokratik değerlerin gelecekte dış politikada ne gibi bir rol oynayabileceği ve oynaması gerektiği sorusunu gündeme getiriyor.
Amerika'nın ayrılmasıyla, Avrupa kendi ayakları veya değerleri ile ayakta kalabileceği hususunda şüpheleri artırıyor.
Yine Avrupa, Rusya ilişkileri açısındanda durum net değil.
Rusya ile olan çatışma sadece yüzeysel olarak toprak iddiaları ve askeri güç dinamikleriyle ilgili olarakta görülmemelidir.
Gerçek neden, Avrupa'nın iç ve dış düzenine ilişkin uzlaşmaz değerlerde yatıyor.
AB ve Avrupa ülkeleri liberal-demokratik değerlerin savunulmasıyla ilgili, çıkarlar söz konusu olduğunda vazgeçilmez bir partner olmaktan uzaklaşmış görünüyorlar.
Demokratik değerler ve demokrasi Çin gibi bir ülke için geçersiz çünkü ekonomik partner, keza Sudi Arabistan aynı şekilde en büyük silah alıcısı.
Avrupa’nın askeri, siyasi ve teknolojik anlamda artık kendi ayakları üzerinde durmasının artık bir tercih değil zorunluluk olduğunu anlamaya başladı yani “Pax Americana” dönemi bitmiş gözüküyor.
Bunun sonuçları Avrupa’ya nasıl yansır bilinmiyor fakat kolay bir süreç olmayacağı aşikar.
Hami Ramazan Özdemir





.jpeg)







Yorumlar